PUSLU KITALAR ATLASI


Herkese merhaba.
İstanbul’un bu sıkıcı, kasvetli havasında yarattığım küçücük boşlukta beni musmutlu bir kız yapan güzel kitabımı sizlerle paylaşacağım. Kitabım diyorum çünkü kendim yazmışcasına çok sevdim. Kitap İhsan Oktay Anar’ın ilk kitabı ve bende yazarla bu kitap vesilesiyle tanıştım. Hikaye Arap İhsan adlı denizcinin seferden semti Galata’ya dönmesiyle başlıyor. Ünlü bir kabadayı olan Arap İhsan, kitabın ana karakteri tayin edebileceğimiz Uzun İhsan Efendinin ağabeyi. Dönüşü semtinde büyük bir yankı uyandıran Arap İhsan yanında haylaz mı haylaz bir çocuk Alibaz ile gelir. Zeki, haylaz ve güçlü bir çocuk olan Alibaz kitabın ilerleyen bölümlerinde hiç umulmadık şekilde karşımıza çıkıyor lakin spoiler vermeyeyim. Aslında kitaptaki tüm karakterler “en umulmadık“ şeyler yaşıyorlar ve hepsi sanki baş karaktermişçesine titizlikle inceleniyor. Bu karakterler arası geçişler de öylesine güzel ki anlatımın akılıcığına akıcılık katıyor adeta. Böylelikle yazar her bir karakterin iç dünyasına girmemize izin veriyor.
Lakin Anar’ın yarattığı bir karakter vardı ki birçokları gibi benim de en favori karakterim o oldu. Uzun İhsan Efendi’den bahsediyorum elbette. Kendisi hiç gezmeden dünya atlası yazan-çizen bir adam. Bunu da geceleri istihareye yattığında gördüğü rüyalar ışığında yapıyor. Neticesinde ise oğluna miras bırakabileceği tek şey olan Puslu Kıtlar Atlası çıkıyor ortaya. Niteliklerine bakıldığında ermiş bile sayılabilecek bu adamın başına gelen olaylardan sonra geldiği hal ise kitabın asıl sürprizi. Oğlu Bünyaminse hiç şüphesiz kitapta Uzun İhsan Efendi'den daha enteresan olaylar yaşayan tek kişi. Babasının hatırası olan kitabı nereye gitse oraya götürüyor ve koynunda taşıyor. Bu öylesine bir atlas değil elbette. Bünyamin'in ne zaman başı sıkışsa bu atlası açıyor ve olaylardan babasının bu tavsiyeleri ile kurtuluyor. 
Kahramanların başına gelen olaylardan özellikle derinlemesine söz etmek istemiyorum. Çünkü her biri çok güzel bir olay örgüsünde gerçekleşiyor. Heyecanınızı kaçırmak istemem.  Bu kitabı tavsiye edip sizlerle paylaşmamın en büyük sebebi olay örgüsündeki harikalık çünkü. İyi bir kitaba kapılıp, kısa bir sürede bitirip edebi zevkinizi tatmin edebilirsiniz. Ama bu kitap yalnızca edebi zevklerinize yönelik bir kitap değil, aynı zamanda öğretici bir yanı da var. İhsan Hoca’nın akademisyenliğinin ve edebiyatçılığının adeta konuştuğunu görüyoruz. Kitapta felsefi ve epistemolojik bir sürü bilgi harmanlanmış. Bunun yanında tarihten kimyaya kimyadan da tekniğe kadar uzanan bir bilgi yelpazesi görünmektedir. Yani kitap size eğlenirken öğrenmeyi vadediyor. Değinmek istediğim bir başka konu ise yazarın neden-sonuç ilişkisini genel anlamda çok güzel ele alması. Ben de herşeyin bir nedeni olduğuna inanırım. Eğer bir yerlerde bir şeyi yaşıyorsak bunun bir nedeni ve “olması gerekeni” vardır. Bu noktada kitap benim düşüncemi destekliyor.
Kitabı okuduktan kısa bir zaman sonra Galata bölgesinin az ilerisinde olan "İstanbul Modern Sanat Müzesi"ni ziyaret ettim. Dolaşırken birçoğunuz gibi benim de önünde fotoğraf çektirmeyi ihmal etmediğim “Dünya“ eserine geldik. Her yer kapkaranlıktı ve oda iki dünyaya ayrılmıştı. "Arya" söyleyen bir kadının devasa sesi eşliğinde dünyalara baktım. Birisi dünyamızın uzaydan, diğeri de uydudan görüntüsüydü.  Esas dünyada sınırı mavi ve yeşil ayırırken, bizim dünyamızda sınırları kahverengi çizgiler ve insan paletindeki renkler oluşturuyordu. Düşündüm, insanın yarattığı herşey ne kadar da sınırlıydı. Ne denli azdı. Oysa koca dünya, kime yetmiyordu? Sınırlar vardı evet, insan seviyordu burası benim, buradan içeri yabancılar giremez demeyi. Bakmayın serzenişte bulunduğuma ben de seviyorum. ☺ Ama işte bu kitapta, Uzun İhsan Efendi'nin Puslu Kıtalar Atlası'nda bu denli şıkışık değildi hiçbir şey. Düşünceler değil, hislerdi birbirine entegre olan. Bu yüzdendir ki okuyun istedim bu kitabı, okutun. Ben bu yazıyı yazdıktan sonra biriniz dahi okursa kendimi “Efrasiyab” sanacağım…
Hepinize bol okumalar, kocaman sevgililerle….

 

 

Yorumlar

Popüler Yayınlar